“Deniz benim çocukluğum, gençliğim ve mesleğimdi. Şimdi de bana içerisinden ürünler sunan, kucak açmış bir ana. Bana da onun bu cömertliğini sanatım ile taçlandırmak düşerdi…”
Taşlara hayat veren, bambaşka anlamlar yükleyen ve onlara yepyeni formlar kazandıran Suzan Bağdiken bu ay sayfalarımıza konuk oldu; özgürlük, karşı koyuş ve huzurun yansıması olan taş boyama sanatını Black or White okurları için anlattı…
Merhaba Suzan Hanım. Bize kendinizden bahseder misiniz? Sizi dergimiz okurlarına kısaca ifade edecek cümleler ne olur?
Merhabalar, 1960 İstanbul doğumluyum. Aslen doğulu bir aileden geliyorum, Erzurum’ luyuz. Üç kız kardeşin ortasında yer almışım. İstanbul’un o yeşil, erguvanlı doğasının çok güzel olduğu zamanlarda geçen çocukluk yaşantısı, dolu dolu okul yıllarına eklenen basketbol faaliyeti ile daha da pekişen bir gençlik vs. sonrası…
Sıra hayat kavgasına atılmaya gelince Finans sektörünü seçtim. 1978’de iş yaşantıma Türkiye Denizcilik İşletmeleri Genel Müdürlük binasında başlayarak ilk adımı atmış oldum. Burada hemen tüm bölümlerde ve şubelerde çalıştım. Sonrasında çeşitli kurum ve kuruluşlarda (Koç Grubu bünyesinde yer alan firmalarda ve Finans/yatırım) Yönetici / İdareci olarak çalıştıktan sonra otuz iki yıllık yoğun tempolu ve bir o kadar da severek yaptığım mesleğimi, son sekiz yılı Deniz Bank’ta olmak üzere 2015 yılında noktaladım. Finans sektöründe çok severek çalıştım. Bu gerçekten bir ayrıcalıktır. Geriye baktığımda çokça insan yetiştirmiş, (buna yine kendim gibi bankacı olan oğlum da dahil) bununla birlikte büyük bir hastalığı ve bu badireleri ardında bırakmış; şimdilerde ise Datça’ya yerleşerek ardına hiç bakmayan, devamlı üreten, şükür ve huzur içerisinde sanatını icra eden, hayata sımsıkı bağlı bir kişiyim.
Taş boyamaya nasıl başladınız? Sizi bu uğraşa iten bir güç ya da ilham kaynağı vardır elbet?
Hayat öyle bir uğraş sundu ki bana, hep çalıştım. Tempo yüksek ve günler gecelere karışmışçasına bir yoğunlukta… Ve tanıştığım o büyük ve zorlu hastalık sonrası bundan tam üç yıl evvel vücudum bana artık “dur” dedi. ” Koşma, dur, dinle seni.” Kolay olmadı, Size tuhaf gelebilir ama iyi ki de bu süreç oldu. Ben, beni buldum, kendimi keşfettim. Endişelerimi, korkularımı attım, tempomu düşürdüm. Değerli olduğumu acı bir tecrübe ile de olsa anladım. Gerçekten de anladım… Ve kendime sarıldıkça içimi yakından izledim, yeteneklerimin var olduğunu da böylece anlamaya başladım. Önceleri deniz kenarında taşları topladım, biriktirdim. Sonra onları öyle sevdim ki sanki bir şeylerle buluşturmak, daha da sahiplenmek istedim. Ve onları boyamaya başladım.
Nasıl bir süreçti bu?
İlk başlarda nasıl boyayacağımı, ne ile yapacağımı hiç bilmiyordum. İnsan çok istekli, meraklı ve çaba içerisinde olduğunda zaten her şey kendiliğinden yolunu buluyor. Ama hiç tevazu göstermek istemiyorum bu konuda. İnanın çok çaba gösterdim ve çok çalıştım. Sosyal medyada çalışmalarımın yer aldığı sayfanın adını da “Çalışkan Cadı Suzi” koydum. Üstelik sadece taş değil, deniz kabuklarını da topluyorum, genelde üzerlerini deniz canlıları, gemiler ve yelkenlilerle süsleyerek üç boyut ile buluşturuyorum.
Yaptığım bu güzel işte giriş, gelişme, sonuç bölümü ise yok. Aslında bir ürün olarak ortaya çıkan sadece elimdeki malzeme ile kısıtlı; yani doğrudan onunla ilintili. Bittiğinde sonuca bende şaşırıyorum bazen ama genel anlamda sonuç hiç yok, hep bir gelişme içinde benim hikâyem. Gelişme içerisinde olan bir uğraş, çok sevdiğim, onlarlayken kendimi bulduğum…
Yaptığınız işi detaylandırır mısınız biraz daha? Desenlerinize, çalışmalarınıza yön veren nedir?
Her taş boyayı kabul etmiyor. İçlerinde çok özgür olanlar var. Sabırlı olmak da çok önemli… Fakat olmuyor diye de onlara hiç arkamı dönmedim ve bıkmadan deneyler yaptım. Şimdi ise o kadar tanıdım ki taşları çok özgür olanları zaten denizden hiç ayırmıyorum, yuvalarında kalsınlar. Kendine dokundurmak isteyenleri, bana göz kırpanları ise anlıyor ve sanatım için topluyorum. Bazılarını mürekkep boyası ile bazılarını guaj veya akrilik ile boyuyorum. Her biri farklı bir boyama tekniği gerektiriyor. Kimisi için öncesinde astar üzerine çalışma yapma gerekirken kimisinde ise direkt olarak boyama aşamasına geçiyorum. Son aşamada ise desen çalışması gelmekte… Onları yani taşları toplarken elimle çok iyi dokunuşlar yapıyorum. Özgürlük de, karşı koyuş da huzur da zaten boyamalarımda kendini sıkça gösteriyor. Taşın kendine has öyle bir dokusu var ki, o dokuya giden çizimlerle bütünlük çok uyumlu ve kolay oluyor. Bazen de taşın şekline göre konuyu planlıyorum, dolayısıyla taşın kendisi boyamanı önüne geçerek ona yön veriyor.
Çalışmalarınızda belli bir konu var mı? Belli bir tema içinde mi kalıyorsunuz yoksa çeşitlilik mi söz konusu?
Özellikle üzerinde çalıştığım temalar çini laleler, karanfiller, mevlevi semazen, ev dekorasyon objeleri, anahtarlıklar, duvara asılacak veya sehpa masa için tahta üzeri taş veya sadece taş ip askılı aparatlara yaptığım gemiler, yelkenliler, hayvan figürleri çokça ürün… Velhasıl sosyal medya paylaşım adreslerimden hepsi izlenebilir.
Ben İznik çinilerini taşa çok yakıştırıyorum, mesela eski İznik motifli gemi figürleri müthiştir. Bankadan ayrıldığımda Genel Müdürümüz Sayın Hakan Ateş’e de böyle bir çalışmamı hediye etmiştim. Canlı renkleriyle taşa en çok yakıştırdığım desen çalışmalarım diyebilirim. Seramikte çini çalışmalarını görüyoruz ama doğrusu bunu taşla buluşturanı hiç görmedim. Bunun dışında hemen her türlü temayı taşa geçirebiliyorum, bundan da çok mutluyum.
Bu uğraşılar sonucunda ortaya çıkan eserler nerelerde kullanılabiliyor? Yani, taş sever alıcıların bu ürünleri değerlendirmek isteyecekleri yerler nerelerdir?
Taş boyamayı değişik ürünlerde kullanmaktayım. Bu bazen dekor amaçlı olabildiği gibi, bazen tahta ile taşı da birleştiriyorum, bazen ise sedef boya ile minelediğim taşları sandık tutacı olarak kullanabiliyorum. Bazen da tahta bir tabla üzerinde üç boyutlu deniz ve gemilerle buluşuyor dekor amaçlı tahta bir kafes üzerine. Bazen de her insana farklı bir taş ile farklı bir açıdan baktığım için ve özelde kendini tekrarlamayan çizimlerle kişiye has aksesuarlar… Kısacası denizden çıkan her taş çok özel. Bazen mücevher dediğim Mevlevi Semazen; bazen İznik çini, bazen kolye, bazen yüzük bazen de objeler… Hepsi de çok özgünler gerçekten. Bazen saatlerce yerimden kalkmadığımı biliyorum, mest oluyorum adeta. Sanatımı icra ederken böyle bir birliktelik var aramızda, sevgi var.
Nasıl geri dönüşler oluyor. Çabalarınız ve ortaya çıkan ürünler nasıl bir tepki alıyor?
Yakınım olan, olmayan birçok insandan olumlu geri bildirimler alıyorum. Bunu hem beğenilerinden, hem de satın aldıkları ürünlerden anlıyorum. En güzeli de bazıları gittikleri yerlerden bana taş toplayıp getiriyorlar. Bazıları hava alanlarında güvenlik kontrollerinde bırakmak zorunda kaldıklarını bile söylüyorlar, Eh bu bir çaba ve destek ve beni çok mutlu ediyor, destek çok.
Taş boyama yapmasaydınız ne ile uğraşırdınız başka? Hiç düşündünüz mü?
Bu süreç öyle bir bütünlük içinde başladı ki taşın kendisi, deniz ile olan bütünlüğü ve hikâyesi beni aldı götürdü. Onun için farklı bir şey düşünmeye vaktim bile olmadı açıkçası. Beni huzurlu kılan bu oldu. Hayatta her zaman güzel uğraşlar içerisinde olmaya gayret ettim, her birey de donanımı ne olursa olsun, kendi iç dünyasını analiz ederek doğru uğraşı çekip çıkartmalı diye düşünüyorum.
Yani iş hayatınızın da emeklilik sonrası uğraşınızın da ortak öznesi deniz diyebiliriz? Son sözlerinizi de bunun üzerinden bağlamak isterseniz neler söylersiniz bize?
Deniz benim çocukluğum, gençliğim ve mesleğimdi. Şimdi de bana içerisinden ürünler sunan, kucak açmış bir ana. Bana da onun bu cömertliğini sanatım ile taçlandırmak düşerdi… Çıktığımız bu hayat yolculuğunda denizi anlayanlar, tanıyanlar, onu seven ve ona yelken açanlara siz derginiz değerli okurlarına çalışmalarımı sunmaktan büyük keyif aldım. Umarım birçoğu ile tanışırız. Ben sizi düzenli takipteyim. Sevgi ve hürmetlerimle bol sanat dolu günler diliyorum.